9 Ağustos 2016 Salı

Kitap Yorumu: Briç Masasında Cinayet


Briç Masasında Cinayet
Agatha Christie
Altın Kitaplar

     Agatha teyzeye hala küsüm. Bu mükemmel kitabına rağmen, Ölümle Randevu adlı kitabında Müslümanlara alttan alttan yaptığı bilgisizce giydirmelerini ve iftiralarını elbette unutmadım. Ama bu kitabı objektif bir şekilde yorumlamaya çalışacağım. O objektif olamıyor ama biz oluruz.
     Konudan başlayalım. Shaitana isimli zengin ve herkesin sinirini bozan bir adam var. Cinayetleri ve katilleri biraz fazla araştırıyor, ona merakının kurbanı diyebiliriz. Zaten müstakbel kurbanımız da ta kendisi. Onun dışında, 5 tane de şüphelimiz var. Şimdi, asıl kurguya gelirsek, Poirot'un ve 5 kişinin de içinde bulunduğu bir grup Bay Shaitana tarafından yemeğe davet edilirler. Bir de Poirot'un önceden birlikte çalıştığı Başmüfettiş Battle var tabii. Yemek günü, ziyaretçiler teker teker evde toplanırlar, biraz konuşmanın ardından ikiye bölünerek bir briç partisi yaparlar. Briç çok heyecanlı geçiyordur, herkesin dikkati oyundadır, bu sırada Shaitana da koltukta uyuyakalmıştır. Oyun biter, herkes parasını hesaplar ve sonra Hercule Poirot'un dikkatini bir şey çeker. Bay Shaitana meğer uyumamış; ince, güç istemeyen fakat oldukça keskin bir hançerle öldürülmüştür. Hiçbir ipucu yoktur, hiçbir şahit yoktur. Ve Poirot zekice taktiklerle bu işi çözmeye girişir.
     Asıl anlatmak istediğim yere gelelim. Bu kitapta en çok dikkatimi çeken bir diğer şey ise Agatha teyzenin bize içini açmasıydı. Sanıyorum ki, kendisi hayattayken kitaplarını okuyanlar fark edememişler, o da buna kızmış ve diyor ki aslında yazdığım her hikaye aynı. Hepsi benzer. Hepsi aynı temel üzerine kurulu fakat siz bunu göremediniz. 
Mesela bir cinayet kitabı yazdığında okuyucuyu hangi taktiklerle heyecanlandırabileceğini yazmış, örneğin heyecan düştüğünde bir ölüm daha yaparım ve okuyucu kitaptan sıkılmamış olur diyor. Ana karakterini aslında çok tanımadığından ve milletini de rastgele seçtiğinden, aslında o millete dair hiçbir şey bilmediğinden bahsetmiş. Karakterleri ve olayları hazırlarken ve sıralarken kullandığı taktikleri açık açık söylemiş; ki biz tüm bunları, tüm bu taktikleri (özellikle heyecanı korumak için yaptığı 2. ölümleri) daha önceki kitaplarında bol bol görmüştük. Agatha teyzenin diğer kitaplarında bu kadar kendini açığa vurmamasına, aynı taktiği kullandığında bunu acilen farklıymış gibi göstermeye çalışmasına ve tüm gizemini korumak için uğraşmasına karşın; bu kitabında bu kadar kendini açığa vurması gerçekten çok ilginç. Okuyunca bana hak vereceksiniz.
     Üslubuna gelirsek, bildiğimiz Christie, yani eski zamanın o tanıdık ağdalı ve sıkıcı dili. Fakat bu dil hızlı okunabilirliği ve akıcılığı sayesinde Christie'nin ellerinde bir hazineye dönüşüyor. Usta yazarların birbirlerinin üslupları arasındaki o hafif benzerlik taşıyan ince yerler burada da var. Zira polisiyenin kraliçesi diye anılması boş değil! Oldukça da sürükleyici olduğunu söylemeden geçemem, Poirot'un zekasına ve o meşhur gri hücrelerine birçok kez daha şahit olduk.
Okuyup görün derim. 
5/5

2 Ağustos 2016 Salı

Kitap Yorumu: Lanetli

Evvett mükemmel bir kitapla daha karşınızdayım! 
Lanetli
K. A. Tucker
Yabancı Yayınları

     Yorumunu yazmak bile heyecan verici. Bir de bunu Akmar'dan 5 TL'ya aldığımı düşünün! Evet! 2. eldi ama 1. elden hiçbir farkı yoktu ve birkaç saniye sonra benimdi. :)
     Teması gerçekten ilginç bir kitap, yani artık kimsenin hakkında bir şey yazmaya cesaret edemeyeceği bir konuda yazar korkmadan son hız ilerlemiş. Gerçekten bu tür okumayalı bayağı olmuştu. 
     Ana karakterimiz Evangeline, ortaokulda, lisede, hayatının her alanında ilginç bir şekilde görünmez olan bir kız. Kimse onunla arkadaş olmamış, kimse ona yaklaşmamış, bu yalnızlığına ek annesini kaybetmiş, şimdiyse onu zerre umursamayan bakıcı annenin yanında kalmak zorunda. Ardında bırakacağı hiçbir şey yok ve üstüne, işsiz. 
     Evangeline bir gün yolda yürürken bir kafenin önünde, yolun ortasına konmuş, oldukça pahalı olan lamba tarzı bir süs eşyasını kırıyor. Lambanın sahibi Sophie geliyor, bizim kızımız da çook alçakgönüllü olduğu için hemen yalvarmaya başlıyor, Sophie'nin kafesinde çalışarak parayı karşılayabileceğini söylüyor. Ertesi gün hemen işe başlıyor ve daha ilk dakikadan Sophie işi kapatacağını ve Manhattan'a gitmesi gerektiğini söylüyor. Evangeline de isterse gelebilecek ve gelip ona yardım ederse tüm borcu silinecek. Umursayacak pek bir şeyi olmayan Evangeline de bu teklife uça uça evet diyor. Burada yazar, kızın psikolojisini gerçekten iyi vermiş. Bundan sonra da beyniniz olasılıklar kurmaya (zaten başından beri biraz kuruyordu ama gerçek manada) başlıyor. Sophie'nin her sözcüğüyle ve hareketiyle bir olasılığınızın kırılıp diğerinin güçlenmesi ise ilginç bir deneyim gerçekten :) 
     Manhattan'a gittiğinde ise fakir Evangeline köşeyi dönüyor. İlk adımını attığı o devasa şato-malikaneden itibaren orada tanıştığı Viggo ve Mortimer'dan tutun, ilginç dev köpeklere, kendisine verilen dev odanın ağzına kadar renk renk, çeşit çeşit kıyafet, makyaj ve ihtiyacı olabilecek her şeyle dolu olmasına kadar; fakirliğin diz boyu olduğu bir yerde büyümüş olan bu genç kıza elbette normal gelmeyecek. Sophie'nin verdiği kolyeden, gece uykusuna kadar sonra orada tanıştığı... Allah'ım hepsini anlatmak istiyorum ama kendimi tutmak zorundayım...
...
Sakinim...

     Bu kitabı başta o kadar çok küçümsemiştim ki yarım saatte biter diyordum, fakat başladıktan sonra bitmesi ile bitmemesi arasında yalpaladığımız o kitaplara döndü benim için. Gerçekten aşık oldum diyebilirim. Kapağının anlamlı oluşu da ayrı bir güzellik katmış tabii. 
Sonu ise hiç beklendiği gibi değildi,  seri olduğu için de muallakta kaldı. Tüm kitap orijinal miydi, elbette değildi. Tema gereği sabit tutulması gereken bazı şeyler vardı ama onlara da ucundan eklenmiş olan değişiklikler hoştu.
     Anladığım kadarıyla seri 4 kitaptan oluşuyor. Ülkemizde ikinci kitabı Sığınak da çıktı. Ve beni bekliyor...

5/5



26 Temmuz 2016 Salı

Kitap Yorumu: Bir Tutam Gündüz Bir Tutam Gece

Bu roman annelere gelsin!

Bir Tutam Gündüz Bir Tutam Gece
Kristin Hannah
Pegasus Yayınları
Psikolojik, dram, romantik, gizem ..

     2. İstanbul Beykoz Kitap Fuarı'ndan beri beklettiğim bir kitaptı (3 ay olmuş) ve ne kadar büyük bir hata yaptığımı suratıma koca bir tokatla anlattı. 
     İlk defa Kristin Hannah'dan bir kitap okudum ve söyleyebilirim ki, bu yazar, hakkındaki övgüleri kesinlikle hak ediyor. Başlarda konuya girmekte zorlansa da bunu unutturuyor. Öylesine masum duygularla ele alınmış ve o duyguları size öylesine içten veriyor, hissetmenizi sağlıyor ki. Bilirsiniz, bunu yazarların %90'ı yapamaz, duyguyu size tam hissettiremezler yada eksik verirler, atlarlar vb. Ama karşınızda alelade bir yazar durmuyor. Anneliği, o şefkati, sevgiyi, o yavaş yavaş bağlanmayı, sonuna kadar gitmeyi ama haksız olduğu yerde de susmayı bu kadar iyi anlatabilen usta kalemlerden biri.  Anne olmak için karnınızda taşımış olmanıza gerek olmadığını da anlattığı söylenebilir. Bir ailenin parçalanışı, çocuğun geçirdiği sendromlar, babanın çırpınışı... Dram üzerine dram görüyorsunuz.
     Tabii hızlı okunabilirliği de ayrı bir zevk katıyor, 496 sayfayı çantanızda git gel, git gel yapmıyorsunuz, kendini okutuyor, hemencecik bitiveriyor. Konudan biraz bahsedeyim ama okuyalı bayağı oldu, bazı ayrıntıları unutmuş olabilirim...
     Hikaye iki kız kardeş üzerinden örülmüş denilebilir aslında. Birbirlerine kötü bir şekilde küsmüşler ve uzun zamandır birbirlerini görmüyorlar. Ve sonra, bu iki kız kardeşi birleştiren olağanüstü bir hadise peyda oluyor. Gaipten gelen bir kız! Ormandan gelmiş, konuşmayan, daha doğrusu konuşup konuşamadığı bile bilinmeyen siyah saçlı, oldukça güzel bir kız. Söylediklerinizi anlayıp anlamadığını bile bilmiyorsunuz, tuvalet eğitimi görmemiş, size saldırıp yüzünüzü tırmalıyor ve yardım isteyeceği zamanlarda uluyor! Kurtlar tarafından yetiştirildiği düşünülüyor tabii ki de. Ormanda hayvanlar tarafından büyütülmüş insanların kayıtları 1970'lere, 2000'lere kadar uzanıyor, bunu da orada görüyoruz ama pek bir faydası dokunmuyor. Bu garip, ama bir o kadar da zeki olan kızı araştırmak, konuşturabilmek de kız kardeşlerden biri olan uzman, profesör, doçent, ordinaryus, pedagog, psikiyatrist (...hak ediyor ama! :) ) Julia'ya kalıyor. Böyle söylüyorum çünkü Julia işinde gerçekten çok iyi, kafasında belirsizlik olmayan, güçlü bir kadın karakter ve çocukları tam anlamıyla çözmüş. Tam anlamıyla. Birçok hastası olmuş bir birçok olay yaşamış, çok fazla tecrübe geçirmiş, bazı şeyler atlatmış. Tek sorunu da şu; duygusal anlamda yalnız. Evet, tahmin etiğiniz gibi, karşısına bir de yakışıklı mı yakışıklı, akıllı mı akıllı bir doktor çıkmasın mı?! Ahahah! Neyse, devam etmeyeceğim, sakin olabiliriz.  
     Harika bir kitaptı! Mükemmeldi denilebilir. Bu kitabı kesinlikle her anne adayı, her anne hatta her bayan okumalı. 
     Her şeye rağmen, sonunun beni tatmin etmediğini söylemeliyim, biz çarpıcı ve beklenmedik sonlara alışığız, bu kadar basit olmamalıydı. Sanki yazar kenara sıkışmış da tek çare olarak böyle basit bir yöntem kullanmış gibiydi. 
     5 üzerinden 4,5 veriyorum.
     Saygılar, sevgiler, keyifli okumalar efenim!

Gece gece hem beynim hem gözlerim yandı ben gidiyorum, iyi geceler...


9 Temmuz 2016 Cumartesi

İstanbul Turu 1: Taksim - Beyoğlu - Beşiktaş

Herkese yeniden merhaba! 3 yıldır aklımda olan İstanbul'u gezme planımı hayata geçirmiş bulunmaktayım! Biliyorsunuz, İstanbul'da yaşayan pek çok insan var fakat yabancılar burayı bizden daha çok biliyor neredeyse. (Ben de gerçekten hiçbir şey bilmiyordum.) 
     Çok eleştirdiğim bir konu var. İstanbul'da yaşıyoruz fakat elimizdeki bu değerli cevheri bilmiyoruz, tatillere gidiyoruz başka şehirlere. Bunu ben çok tatile giden bir insan olmadığım için söylemiyorum kesinlikle. Bence, insan önce yaşadığı şehri bilmeli, onu anlatabilmeli, kokusunu buram  buram ciğerlerinde hissetmeden tatile şuraya buraya gitmemeli, gittim diye hava atmamalı.  Ben de bu yüzden Ramazan'ı hem değerlendirmek hem de kalabalığın olmadığı bir fırsat yakalamış olarak; bu düşüncemi, yani hayalimi dirilttim ve başladım gezmeye.
Hiçbir şey bilmeden, öneriler almadan, sadece elimde haritam ve etrafımda turistlerle...
Önce Beyoğlu'na gideyim dedim, giderken de İstiklal Caddesi'ni de görmüş oldum.


Gittiğimde aklımda bloga koymak yoktu, bu yüzden çok özenmeden çekmişim.    -_-  
121A'dan sonra 86'ya bindim ve hani şu bildiğimiz tünel var ya, yukarı çıkınca Taksim Meydanı'na açlıyor; işte oradan çıktım. Sonra daldım İstiklal Caddesi'ne. Elime bir pankart tutuşturmadıkları için Allah'ıma şükürler olsun.. :D

Tamamen eski evlerden oluşmuş bir cadde. İşlemeler size tarihi hakkında birkaç tüyo verirken tarihi Beyoğlu Sineması'nın önünden geçtim.

 Duvarlarda güzel graffitiler vardı gerçekten. Sağında solunda da 3 tane vardı sanırım. Ama hızlı ilerlemek zorundaydım... Zira önüme ne çıkacağını hiç bilmiyorum ve tek ilerleme aracım naçizane ayaklarım... (Asla bu kötü bir şeymiş gibi anlaşılmasın! Fotoğraf çekerken çektiğimiz fotoğrafa odaklanıyoruz, gerçek gözlerimizle görmüyoruz, kendimiz yaşamıyoruz; anı kaçırıyoruz. Mutsuzuz ama farkında değiliz, dünyaya birkaç basit camın ardından bakıyoruz. Kırın bunu. Çok basit. Kırınca da gerçekten haklıymış diyeceksiniz çünkü o an gerçekten yaşadığınızı hissedeceksiniz! :) )

İstiklal Caddesi'nden aşağı inince irili ufaklı bir sürü sokak çıkıyor karşınıza, bazıları çıkmaz sokak, bazıları da sizi çok farklı yerlere götürebilecek biçimde. Yani yön bulma hislerinize güvenmiyorsanız öğrenin, öyle gidin derim. Bana sorarsanız, sanki beynimde navigasyon cihazı varmış gibi :) gittiğim yerlerin nereye açılacağını iyi tahmin ettiğimden işim kolay oldu ve Galata Kulesi'ne vardım. (Sanırım bana cesaret veren şeylerden biri de bu.) Eveet, asıl hedefim kuleye çıkmaktı! Yeey!
Öğrenci 5 TL. Akbil göstermenizi de kabul ediyorlar. Ama siz yine de riske girmeyin.

Şu mükemmel manzaraya bakar mısınız? Şimdi değmiyor mu? Değiyooo!  Tüm İstanbul gözlerinizin önünde... İnsanların uğruna deliler gibi şiirler yazdığı, şarkılar yazıp söylediği, Fatih'in gemileri karadan yürütüp aldığı o nazlı ama güçlü kadın... Tüm boğazları, denizleri, köprüleri, tüm camileri, tüm minareleriyle güzel İstanbul...
  Galata Köprüsü, hemen yanında Yeni Camii var, karşısı Eminönü oluyor. (Benim gibi cahillere gelsin.)
Daha sonra biraz daha gezindim ve Tophane'ye indim. Oraya gitmek isterseniz birine sorun çünkü o dar sokaklardan birinden geçeceksiniz ve biraz yürüme mesafesi var. Caddeye çıktığınızda, karşıda, fazla büyük olmayan Kılıç Ali Paşa Camii tüm güzelliğiyle sizi karşılamalı. Bu arada camide hatimli teravih kılınıyormuş. 
İkindiyi orada kılıyorsunuz, tabii bu sırada olağanüstü güzel sesli bir imam duaları okuyor... İnanılmaz. Kenarda bayanlar için başörtü, uzun kollu ve etek bir arada, terk parça olarak da var. Ben ilk kez gördüm bunu. Ehehehe... gezmeyince...
 Neyse efenim, daha sonra yandaki duraktan Beşiktaş arabalarından birine biniyorsunuz. 28 yada 28T olabilir. Dolmabahçe'yi geçiyorsunuz, gidiyorsunuz, gidiyorsunuz... Şaka şaka yol kısa, son duraktı sanırım. İskelede indiniz ve siz de benim gibi 18.30 vapurunu 3 dk ile mi kaçırdınız? Endişelenmeyin efenim, ona da bir çözümümüz var! 18.55'de çingene vapuru kalkıyor! Eveett! Böylelikle yarım bir boğaz turu yapma fırsatı yakalayacak ve mükemmel fotoğraflar çekebileceksiniz. Çünkü çingene vapuru denilen şey, Beşiktaş'dan Küçüksu Kasrı'nda yani Anadoluhisarı'nda inene kadar Bebek, Ortaköy, Kandilli diye diye birçok durakta duruyor, sonra yoluna devam ediyor.  Tabii biz de bu fırsatı değerlendirdik! Buyrun bakalım.


                                       Ortaköy Camisi, ne kadar güzel değil mi? 




Karma Resimler











4 Temmuz 2016 Pazartesi

Kitap Yorumu: Locke Lamora'nın Yalanları

     Uzun bir zamandır kitap okuyamayan bu naçizane garip dostunuz, kitaplar dünyasına hangi kitapla döndü dersiniz? :)
Locke Lamora'nın Yalanları
Scott Lynch
İthaki Yayınları
Çeviren: Cihan Karamancı

İlknokta'da şuan inidirimde, tık tık.)

      Epik Fantastik dünyasına eski ama tehlikeli bir konu olan hırsızlarla dalan bir yazarla karşı karşıyayız. Yada George R. R. Martin 'in de dediği gibi muhteşem bir şekilde yazılmış bir kitapla. 'Yeni bir anlatı ustası aramıza katıldı' da denebilir. 
     Konuyu biliyorsunuzdur artık, ondan bahsetmeyeceğim bugün. Benim bahsedeceğim şey, herkesin de dikkatini çeken o üslup. Çünkü gerçekten olağanüstü bir üslupla karşı karşıyayız. Kurgunun klasik olduğu söylenebilir ama bunu çok kitap okumayan biri rahatlıkla söyleyemez; yani kurgu basitliğini örtecek derecede muazzam bir üslup var. Oldukça akıcı ve hızlı okumanıza izin veriyor (tekniklere artık ihtiyacınız yok!) 
     Sanki aramızdan biri gibi, fakat bir o kadar da farklı ve yepyeni bir dünyadan konuşuyor, o dünyaya bizi bir ısıtırken bir yandan da aradaki mesafeyi hep koruyor. Kitaba ilk başladığınızda bunu anlayacaksınız! 

     Ayrıca Scott abinin dünyasına ilk girerken biraz zorlanabilirsiniz; o kadar canlı ve gerçek ki; böyle bir yere ilk defa gidiyormuşsunuz hissi uyandırıyor. Bunun yanında kafanız allak bullak olabilir çünkü karakterler fazla, olaylar karışık; bir şekilde okuyan herkesin kafası başlarda karışmış. Ama sabredip devam ettiğinizde her şey öyle bir yerine oturuyor ki, Locke sanki hep aramızdaymış gibi
 Siz benim gibi yapmayın, kafanız karışınca bırakmayın! (başka sebeplerim de vardı desem kendimi affettirmiş olur muyum?) 
     Asıl hikayenin anlatıldığı bölümlerin arasında bazı kısa bölümler var. Bunlar ya geçmişe dönüyor, ya gelecek hakkında ipuçları veriyor yada bir karakteri tanıtıyor.
     Hımm... Bir de yazarın George Martin ile çok benzer bir huyu var... daha fazla açmayacağım, yoksa spoiler olur! Anlayan anladı! :D
     Kitabı okurken seslice güldüğüm, hatta deli gibi gülme krizine girdiğim kısımlar çok oldu, gerçekten altı çizilmelik, işaretlenmelik kısımları var. Bunlar hem gülmelik hem de hayat dersi veren kısımlar. Zaten evdeki son post-it lerimi de buna harcadım!
     Ana karakterimize gelince... Çok zeki, yani gerçekten çok zeki. Parasını çalacağı adama ne yapacağını anlatarak çalıyor! Gayrı siz düşünün. Fakat yakışıklı yada karizmatik biri değil; önemli olan iç güzelliktir mesajı verilmeye çalışılmış adeta, çünkü yakışıklı olmamasına rağmen dostlarına son derece bağlı ve fedakar biri. Sevince tam seven ama adam gibi sevenlerden, beklemesini bilenlerden, yaptıklarının sonucu kötü olunca gururu yüzünden bunu itiraf etmekten çekinenler gibi değil. Bizden biri gibi. Oldukça da cesur, dostlarına sonuna kadar (gerçekten) güveniyor. Üzerinde çalışıldığını hissediyorsunuz. Asla yalanlayan, karakteri tam oturmamış (yada oturtulmamış) bir insan değil.
     Yan karakterler ise çok canlı, oldukça gerçekçi. Bilirsiniz, genelde yan karakterler geçiştirilir ama burada yan karakterin de yan karakterini ben gayet kolay birbiçimde, sanki ana karaktermiş gibi aklımda canlandırabildim.           
     Ve sona gelince de... Kitabı bitirince başka bir kitabı okumak istemiyorsunuz, sanki içinizde bir burukluk kalıyor gibi değil ama daha değişik, sanki böyle... Aah neyse, anlatamayacağım! İkinci ve üçüncü kitapları da çıktı, bir hayli hızlı çeviriyor Cihan Karamancı (Rüzgarın Adı'nı da o çevirmişti) ama benim daha evde bitirmem gereken kitaplarım varr... Tam bir dramın ortasında kalmış vaziyetteyim.

     
     Neyse doslarım, siz de sakın böyle bir hazineyi bekletmeyin. Hemen edinin, okuyun, okutun bunu! İnsanlar üslup nasıl olurmuş görsünler! Muahahahhah!!! 
    
     Puanım 4,4 den 5! (Kurgu yüzünden 4,5 değil ama bu kitaba da 4 verilmez!)


6 Şubat 2016 Cumartesi

MÜKKEMMMEL Bir Anime Üzerinden, Anlayana Güç, Umut ve Motivasyon: Charlotte

     Belki de aranızdan çoklarınızın yaşamına, yaşama sebebine cesaret katacak, size mücadele ruhu verecek, savaşma azminizi siz düştüğünüzde tekrar pompalayacak, sizi ayağa kaldıracak, kanınızın damarlarınızda akışını hissettirecek ve buna şükretmenizi sağlatacak bir animeden bahsedeceğiz bugün. Kullanmasını bilirseniz. 
Bilgi, ayağına ulaştırılmış bir halde olmasına rağmen, onun yüzüne bakmayan bu iğrenç sefil ve tembel nesil için linkini buraya bağlamayacağım. Gidin, açın. Yeni sekme açmaya bile üşeniyorsanız, ki eğer bu durumda olup da neler kaybettiğini bilenleriniz varsa aranızda, o kaybettiklerini kazanınca neler yapabileceğine dair tahmin yürütebilenleriniz varsa eğer aranızda;
bu yazı onlar için. 
Çünkü savaşma azmi, mücadele ruhu olan bir insanın neler yapabileceği sadece tahmin edilebilir.

''Bu hayatta ya tozu dumanı yutarsınız, ya da tozu dumana katarsınız.''


CHARLOTTE

Yapım yılı: 2015
Bölüm sayısı: 13
Ülke: Japonya
Puanı: 9.1/10 (Türkanime -1432 kişi)
8.6/10 (IMDb - 8 kişi)
Aksiyon, doğa-üstü güçler, bilim-kurgu, komedi, romantik, fantastik, macera, dram(azıcık), psikoloji.

Official Trailer(bunun İngilizce altyazılısını Youtube'dan ''Charlotte Trailer'' olarak bulabilirsiniz.):

Bu da komik kısımlardan:

Gidin ve şu animeyi Türkanime'den Türkçe altyazılı açın. 
Haa, aklıma gelmişken; sevgilisinin yanındayken mutluluktan duygu patlaması yaşayıp, o terk ettikten sonra da üzüntüden duygu patlaması yaşayıp da normal hayata, en azından filmlere, duygusuz odun öküzler gibi bakanlara gelsin bu lafım:
Şu animeyi, lütfen biraz duygularınızı da katarak izleyin. Dedim ya, her şey sizin elinizde. Siz istemezseniz, orada verilme isteneni alamazsınız, yanınızda dünyanın en iyi hocası olsa dahi. Biraz hissetmeniz gerekiyor, söz konusu bir animasyon. Yani onu gerçek kılacak olanlar sizlersiniz. Bu yüzden lütfen isteyin. 
Ve bir şey daha! İlk 6 bölüm tekdüze gelebilir. Hep aynı konu işleniyormuş gibi de gelebilir. Ama yapmayın. Ben, arkadaşımın ısrarları olmasa, 1. bölümün yarısında bırakacaktım. Yani. :) Siz yapmayın. Sabırlı olun azıcık. Devam edin, bırakmayın. Sonlarda konu öyle bir kopuyor, öyle yerlere geliyor ki heyecandan videoyu durdurup kalbinize biraz zaman tanımanız gerekiyor. Bitirince gelin, sabahlara kadar onun hakkında konuşalım.  :)
Animenin sonuna gelince, hayatında az buçuk zorluklar yaşamış olan insanlar sanırım ne demek istediğimi anlayabilirler. İzleyin, gelin tartışalım, konuşalım. 
Ben hiç zorluk falan yaşamadım, zorluklar bana puf geldi diyeniniz varsa da, şimdi izlesin, o zorluğu yaşayınca -yaşadığı zaman anlayacaktır- tekrar izleyip, farkı görsün. O kişi bizden daha fazla şey kazanacaktır. ;)

Vakti olmayanlar! Sadece 7. bölümü izleyebilirsiniz. Maalesef o sonuncu bölümü (ve en mükemmelini, en müthişini, en parıldağını, en en en dehşetlisini...) öneremiyorum çünkü konuyla bağlantılı. Ama 7. bölüm, tahmin gücünüz sayesinde, konu bilinmeden de izlenebilir bence. Obile size çok şey katacaktır. (sonuna kadar izlediğinizden emin olun!)
***
Sağlıcakla kalın! Bir de bu kadar sert çıkıştığım için kusura bakmayın ama insanların bu mükemmel yaradılışlarının hakkını verebilmek için en azından ufak bir çaba göstermemelerini, her şeyi ayaklarına beklemelerini anlamıyorum. Dalga geçmek isteyen varsa, buyursun; eski kafalıyım. Ama her şeyi eskilerden öğreniyorsunuz ve siz de bir gün başkalarının eskileri olacaksınız.

Motivasyonu kendimizde bulamayıp, sağda solda, videolarda aradığımız bir dönemde, sakın ola elinizde avucunuzda kalan az buçuk mücadele ruhunuzu da kaybedip umutsuzluğa kapılmayın. Umutsuzluğa kapılmak sizin haddinize bile değil! Her şeyi ''olmuyor işte'' deyip kadere yüklemeyin. Kaderin üstünde bir kader vardır. Bu hayat çabaya değer mi diye düşünmeyin, uğraşınca ortaya çıkacak olan şey, asıl çabaya değecek olan şeydir.
Uğraşmazsanız bu hayat gerçekten iğrenç çünkü. 

3 Şubat 2016 Çarşamba

Kocan Kadar Konuş

Uzun zamandır ilk defa Türk filmi izlemiş olarak karşınızdayım. Kitabını okuyacağım diye hep bekletmiştim, sonunda okumayacağıma karar verip gecenin 1'inde açıp izledim.
Kocan Kadar Konuş
Yönetmen: Kıvanç Baruönü
Hikaye: Şebnem Burcuoğlu
Başkarakterler: Ezgi Mola, Murat Yıldırım
Tür: Romantik-komedi
2015, Türkiye.

Spoiler İçerir!

Film çok eğlenceliydi. Beklediğimden çok daha iyiydi, hatta bazı kısımlarda kahkaha atıyorsunuz, (tabii gece izlemezseniz daha rahat edebilirsiniz.) 
Ayrıca psikolojiyi iyi yansıttığını düşünüyorum, yani; yıllarca kızın üzerinde ''evlen evlen'' diye baskı kurulmuş, sonucunda beyin bunu bir şekilde dışarı atmak isteyecektir. Bu bakımdan gerçekten iyiydi, diğer yapımlara göre. 
Fakat o kitaplıklara dikkat ettiniz değil mi? O ne?! Bildiğiniz Dex reklamıydı ya! Saplantı'yı, Küller'i alıp alt alta koymuşlar, bari uzak koyun da anlamayalım! Üç tane kitaplığı var ve ağzına kadar Dex kitaplarıyla dolu. Kaldı ki Dex'in tüm kitapları da üç rafı geçmez. Neyse, söylenecek çok söz var ama burayı göz ardı edelim en iyisi.
Bir de sonuna takıldım sanırım. Erkekler, uzmanlık alanıma girmiyor ama kız gitti, o kadar yalvardı, adam yüzüne bile bakmadı; sonra öpünce hemen barıştılar. *_* ??? Neyse, buna da neyse.
Onun dışında, batı kültürünün biraz fazla verildiğini düşünüyorum; bunun en göze çarpan kısımlarından biri düğündeki danslardı. Umarım yanlış biliyorumdur ama ben öyle dansı ülkemizde hiç görmedim. Gören bilen varsa lütfen yazsın.
Eee... şöyle bir baktım da, sanırım sadece kötü kısımlarını ele almışım? O zaman biraz da şunlardan bahsedelim; Efsun'un kameraya karşı konuşmaları, yaptığı o ince espriler genel olarak herkesin hoşuna gitmemiştir, ama ben bayıldım! Orijinallik bu kadar iyi verilemezdi. Çünkü filmlerde doğallığı sağlamak amacıyla asla kamerayla göz göze gelinmez fakat burada da doğallığı sağlamış gibiydi. Çok daha hoştu. 
Bu kadar yeter. Zaten hepiniz izlemişsinizdir. Sona kalanlardan biri de bendim, bu açığı da kapatmış oldum. Kitaplardaki gibi 5 üzerinden puan vermek gerekirse; 3,5-4 falan verirdim sanırım. 
İyi seyirler! Sonra görüşürüüz!